geniş-açi > Nuray Mert ile iki saat...

Marsel RUSSO“Perşembe Sohbetleri” çerçevesinde gerçekleştirdiğimiz toplantıların son konuğu gazeteci-yazar Nuray Mert oldu. Kendisi ile yaptığımız söyleşinin akılda kalan noktalarını aşağıda sizlerle paylaşıyoruz

Perspektif
9 Ocak 2008 Çarşamba

Konuşmanızın başında antisemitizmin Türkiye'deki tarihsel köklerinin zayıf olduğunu, yani yeni yeni filizlendiğini söylediniz. Aynı bağlamda, Müslüman Türk toplumunun Yahudi'ye bakış anlamında bir eşiğin geçildiğinden söz ettiniz. Bu konuyu biraz açar mısınız?
“Evet, Türkiye’de, sadece o da değil, tüm Ortadoğu ve İslam coğrafyasında antisemitizmin geçmişi çok uzun değil. Arap dünyasında ancak, Filistin sorunu ile birlikte, İsrail meselesinin bir yan tesiri olarak, gündeme gelen bir antisemitizmden söz edilebilir. Türkiye’de ise, bunun etkisi daha ziyade, 1950’lerden itibaren, sağ-muhafazakar çevrelerde ve söylemlerde görüldü. Ancak, yine de, tüm ‘Yahudi komplosu’ söylemine karşın, toplumsal olarak yaygın bir antisemitizmden bahsetmek yanlış olur.
Buna karşın, son zamanlarda, sağ söylem ve çevreleri aşan bir komplo zihniyeti ve antisemit dil yükselmeye başladı. Bu beni fazlasıyla rahatsız ettiği için, çeşitli vesilelerle antisemitizme karşı bir çok yazı yazdım, konuşma yaptım.
Bakın, önceleri, sadece kısıtlı bir çevre ile sınırlı olan Yahudilik, Yahudi kökenli olma konusu, bir zamandır, daha yaygın bir çevrede kabul görüyor, en azından sorgulanmıyor. Birisi kalkıp, herkesin kökünü Yahudiliğe bağlayan, bunun üzerinden imalarda bulunan ‘Efendi’ diye bir kitap yazıyor ve bu saygın bir yayınevi tarafından basılıp, tanıtılıyor. Çevremde, okumuş yazmış dediğim bazı insanlar bile, kitabı ilginç ve bilgi verici bulabiliyor. Oysa, kitabın tarih bilgisi açısından bir sürü zaafını, Radikal’deki yazılarımın dışında uzun uzadıya Virgül dergisinde yazdım. Bunun ötesinde, soy sop üzerinden imaların ırkçılığa savrulmak olduğuna işaret etmeye çalıştım. Fazla önemseyen olmadı, kitabın devamı ve benzerleri piyasaya çıktı. Daha kötüsü, bu dil yaygınlaşmaya başladı. Geçenlerde, İnan Kıraç’ın Hürriyet Gazetesi’nde yayınlanan bir röportajını okuduğumda tedirgin olmak için yeterli neden olduğunu bir kez daha anladım. Kıraç konumundaki birisi bile ‘Yahudi’lerin dünyadaki etkinliğine işaret ediyordu. Eşikten kastettiğim, insanların bu anlamda kullandıkları dilin değişmesi, tüm Musevileri zan altına alan göndermelerin fazla düşünülmeden kolayca yapılabilmesi. 
 O kadar ki, bu konudaki hassasiyetimden olsa gerek, Işık Lisesi mezunu olmamdan yola çıkılarak, ‘dönme’ diye adım çıktı, 500. Yıl Vakfı kurucusu olduğum gibi gerçekle alakası olmayan bir takım dedikodularla yıpratılma çabasına maruz kaldım. Gazetenizde bir söyleşi yapmanın da bu çabaları besleyeceğini biliyorum. Tam da bu nedenle özellikle bu söyleşiyi yapmak istedim. Bu tür çabalara, bakışlara teslim olursanız, yarın Yahudi bir arkadaşınızla görünmekten de kaçınmaya başlarsınız. Irkçılığa taviz verirseniz, aleti olursunuz.”
 
Müslüman Türk halkının Ortadoğu'ya, İsrail - Filistin sorununa bakışını analiz ettiğiniz bölümde, toplumun değişik katmanlarının, (milliyetçi, burjuva / muhafazakar, solcu vs...) olaya bakışını aktardınız. ABD politikaları, Türk - İsrail ilişkileri ve bunun bölgeye olan iz düşümleri, Arap ülkelerinin Filistin sorununa bakışı hakkında neler söyleyebilirsiniz?
“Arap ülkelerinin Filistin konusuna kitlenmiş olmasında aslında garipsenecek bir şey yok gibi görünüyor. Filistin’in işgali tarihin gördüğü en büyük haksızlık örneklerinden birisi.
Modern tarihte Musevilerin başlarına gelenler bu haksızlığı görmezden gelmeyi gerektirmiyor. Diğer taraftan, Filistin konusundaki hassasiyet, halihazırda Arap dünyasında bir afyon etkisi yaratıyor. Bu coğrafyadaki rejimler, hatta bir çoğu, bir yandan İsrail ile işbirliği yaparken, halklarının bu noktadaki hassasiyetini körüklemek suretiyle meşruiyet sağlıyorlar. Bunun sonucu olarak, Filistin konusundaki açmazın büyümesine hizmet etmek bir yana, halk nezrinde İsrail meselesi ötesinde antisemitik bir hissiyatın gelişmesi söz konusu oluyor. Filistinlileri desteklemek, mesela Yahudi soykırımını reddetmek gibi algılanabiliyor veya buraya savruluyor. Tabi, sorunuz onu içermediği için İsrail ve politikaları meselesini tartışmaya açmıyoruz. Ama bunu zaten sürekli yapıyoruz. Yine de şunu söylemeden geçemiyeceğim. Bölgede, İsrail, geçmiş bir yana, komşularının topraklarını işgale devam ettiği, ABD emperyalizminin adı ve sembolü olarak algılandığı sürece, bu yönde olumlu bir gelişme beklemek hayalcilik olur.”

İsrail politikalarına eleştirel yaklaşan bir yazarsınız. Ancak, İsrail'i eleştirmenin antisemit olma anlamına gelmediğini de defalarca dile getirdiğinizi söylediniz. Bu konudaki görüşlerinizi daha açık alabilir miyiz?
“Tabii ki İsrail politikalarını eleştiriyorum, hem de sonuna kadar. Dahası İsrail’in kuruluşunun bir halka ‘yurt’ bulmanın ötesinde, tarihin en büyük haksızlıklarından biri olduğunu düşünüyorum. Ancak, böyle düşünen diğerlerinden farklı olarak, İsrail’in var olma hakkı olduğunu inkar etmenin anlamsız olduğunu düşünüyorum. Dahası bunun insani olmadığını düşünüyorum. Nasıl bir projenin ürünü olmuş olursa olsun, bir ülkeye doğmuş insanlara, ‘kalk başka yere git, burası aslında senin yurdun değil’ demenin insanlıkla bağdaşmayacağını düşünüyorum. Onun ötesinde, İsrail’in dinci-ırkçı bir ülke olarak yaşamaya devam edemeyeceğini ve etmemesi gerektiğini düşünüyorum. Bu ayrı bir şey, benim gibi düşünen Yahudi ve İsrailli bir çok insan olduğunu da biliyorum. Antisemitizm bunların ötesinde, İsrail meselesinden bağımsız olarak, Yahudi düşmanlığı ki, ister İsrail’in var olma hakkını kabul edin, ister etmeyin, işi buraya vardırmak düpedüz ırkçılık ve tabii ki İsrail meselesinden bağımsız olarak eleştirilmeli, mahkum edilmeli. İsrail meselesinden bağımsız görülmesinin önündeki engellerden biri de, kuşkusuz, İsrail’in politikaları ama hiç bir şey bu tür bir savrulmaya gerekçe olarak görülmemeli. İnsanlık Yahudi soykırımı ile, bu tür bir ırkçılığın nerelere varabildiğini gördü, bu konuda söylenecek tek şey ‘bir daha asla’ yakınına bile yaklaşmamak olmalı.”
 
Genel anlamda konuşulacak olursa, son yıllarda "siyasetin dili değişti" şeklinde bir tespitiniz var. Bunun geleceğe izdüşümü nasıl olur sizce?
Evet, son yıllarda siyasetin dili giderek daha fazla din, mezhep, etnisite, medeniyet, kültür gibi kavramlar üzerinden kurulmaya başlandı. ABD dış politikası, ‘İslami fundamentalizme’ savaş açtığını iddia ettiği 11 Eylül’den beri bu dil iyice yerleşti. Bunu çok tehlikeli buluyorum. İster medeniyetler çatışmasından bahsedin, ister uzlaşması veya ittifakından, bir kez her şeyi, medeniyet, kültür, din, mezhep dünyaları üzerinden kurmaya başladınız mı bunun nereye varacağını kestiremezsiniz. Herkes, bu kategoriler üzerinden birbirini boğazlamaya başlayabilir. ABD, Ortadoğu’dan istediği gibi petrol akışı sağlasın ve düzenleme yapsın diye ödenebilecek bir bedel değil bu.”